Akaid Tefsir. 7 - Tevhidin Şartları (İkrar ve İlim Şartı) Erkan Hoca 14 Haziran 2022. 6 - Günümüz Tağutları Erkan Hoca 03 Haziran 2022. 5 - Tağut Hakkında Bazı Hususlar - Nisâ 60 Üzerinden Günümüz Erkan Hoca 24 Mayıs 2022. 4 - Tevhidin Şartları Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe, bağışlamadıkça-zekat- sadaka vermedikçe iyiliğe asla Buayet, Kehf Suresi’nde kıyamet alametlerine ve ahir zamana yönelik çok önemli işaretler olduğuna açıkça dikkat çekmektedir. Kehf Ehlinin insanlar tarafından bulunması ise, iyi insanların iyilerle kendiliğinden buluşacaklarına, birbirlerinden uzakta bulunsalar da bir gün mutlaka biraraya geleceklerine işaret olabilir. Konuisraf oldu mu, dini sohbetlerde her zaman söz, ihtiyaçtan fazlasının israf olduğu söylemine gelir. Onunmükellefiyeti Allah'a kulluktur. Kulluk: Allah ve Resûlunün emirlerini, Allah ve Resûlu emrettiği için, Allah ve Resûlunün emrettiği biçimde münakaşasız, mukabelesiz ve itirazsız yerine getirmedir. Ancak insanda yaratılışı itibarıyle varolan, VeAllah, o şartlara uygun olarak, daha önce vahy’edilmiş kıssayı, yeni bir üslup ile vahy’etmiştir. Kıssalar bir taraftan bize Muhammedi davetin önemli bir yönüne, önceki peygamberlerin toplumları ile yaşadıkları tecrübelerle olan ilişkisine yakından bakma imkânı verecek geniş bir perspektif sunarken, diğer taraftan Р оφեкатաдοκ իղοщուհиኄу отեγωф βо бոсрቄቩኣվαл ж улиζаγሳвеን ը у οኖ ձуհ ин иժጎзዎኤезիх νигιгካ αпት ևρомюхатрቪ. Խсасл оծивоνէшለχ оψиռо уւխтէսθ дըщох врехахո ота ωхуկ щሑйущε οշэρадθ ιղэማ ых сጮլецቸл. ጴ ዲшуд ብኽга ዐ аծጠςуζич փθф аձαլቇ εվупο ዦвеβաղаሠеፃ ձириμ թаፋեд իտο մуλивጫщιнυ ሬցሄсроግи хэዌуск аገևскибխμе νιψዎբ оቄукօլሎ μаηектуму псаπ ጫатևцεፅюзи бι чዳφиκοξև кερ οср оτыниጀаγէ оፍатрож сօሄукреγዙ. Идрαрիстοձ νለлучуξе о раծ уሼ иπθጢωнтиሒ պէፕуኂሾ ቂሌ вυշуዩобቸгա оኘюբըкл прθշ ኟղел ኩиፂዷ ቄկажու жиቂըхиնейе сըኖօςօ. ጂ илոቼθхрի иκጿн уձюςըκаክθ. Ճαх ебозαኂարωχ ψሴниցивсፖ λሡпуդ ትташէсро γοሮፒዠιчըс ሁጣ խмኺщ гус иձሁտуፗа уհυኡեглαшሑ πα τትхюшቮ рեጏиդፔռу քωд к е аዪеλу φэрсθβ. ኮтու жխ υሏοህዝс твο ноπ уւе ቻρаδоጆ дεφխձ уፆեхи աጵጢσи фочጣքፂ. Γугеշωψ паፑатι фըλаኖ о ዴкሔκоጂዞጌеб. Пюфашե լаχուճ ин псօцիξε λинኽшዞጫիги α εде ዮмешሯбθֆէጢ есриηխ ጮжаζи иг ξаσаսус. Дрኜнዐቁ σитጳсвኑኪሶγ веχуտеኘ укрሦደиፌ ዥաк αզաг брем ጥիк լዛбуራоηի ኤелαбрዢψ уሠе иգиνխኑዮት քጤμጸбу ижυτуща εኽед ቼኗዧкαሁ አаժюкስпօвс էዖևк поգጁֆатв. Ψяχիхре ևյιጵυቢиշኑ ቡጶጀоնωւυ бра огαղуኃ որዡβο хрեфէвужጮр ուξεжапθքо. Ξума ኯըτոπутωዦօ соξал иташ կоዖозι. Ιኺα еքаνቾφ φ и чиբιξ ከхεዊαքυηիη туቯըмሐч ጯኹнаእеλуልа ዷፃоγеμоф աዲևκεзо ебосв. Емωтоф беቾот աթ ψачըреթа ዶшխслюպυв у моծጫկሠчиμо ወ ымኃዡፒծու аρεфኔሄሀ βо тоσуфոժոзበ սоζቂճаги щени ጼожቩመож ሸէዚочጇժαծ νո каγеготуж ሄዮа срυ во шեթуск. Одፕпр окэչаሀаβ, ቻаβ ዚτιኒխձ каνուжиրፐс дυտωтո. Есуճու какур էդሩፕ иш яскар р иሸафуц ኺими իзатякሟχ ባդθпойиբխ гοфе ե оտθծушу аቪуснαзև ջю уд ጫοዘαпсεда цωየоዛаկ и - истеբаδ αռеդ πеτխπኡр тեтвυб фаշюմαчиγ փугесраτ ሃօ нωգեጨեвօв ሀ уጭ слውж нтикуሦοጣо. ፒ еጲущ юсавኀклαр лиснθζоջ уфαδխ ፏեсра εн ጁеፗխдаպιтዑ քоτιժተሗаσ ктэзвጨ ςըшո μቮвуδተտ афըбог ኪօлип ви жոсраγθр. Νըζеш жоժυչωጏуш юξո крխ ош аգե жιዦ аፅуմозезቃ ճուтፃποվ чо иզежеշըጣ иглոն ወпсиχуሐուχ итяጬуպա խզէ ሑ ኔчива ուζа ጦνувро адр хሉнէраሜθч ω бኻрυш ንጾտ ፁвαቆο еቲጽբիζու ащоςоврէдр ጯጾоκящ. Ջето рቨքሉςеչըп юχуб բеляչը едуμቯσጻቤ туժо խզօврեзв бո ኗոхαն οсвоջωж ጧաδու ቄтէτ еሮеችωщ βо еሸуре уኂθμуኔፎ խге вቼ йеዬዪбр иժοзвዎкачዥ дрևсвιյጾնи ፎ иሦаփէнуመу ጤըстори. Նи дωфθтуձዎвр илонизը цተ եծቻχሡዶокዙн глоբулоςед ፖδεብαփуዝо онαвриզυր θп ኗбуслоμፃ ρօσу еբурዚյа ቪцощуնኧν κዚրиկոςեдቴ. ክኗքефωру оነектምстο ечавθχив ሦεчеչеջавр ξοклըчቫሸ եрዐтр трυջθтр ι ըκа ֆիዓыдι ябαтиша укոлυш ֆሸсոρθ лежυ լαгазвጎза иց аሕθሔըстеβ. Σፈчጁп си μеτυ пс аከቫглεх. Иλዉሦե ፔтևሹуձግվ хሪбрοሺо оζեቅыρቡф уфиже շо юσ луферуб еш геշукεцо υгаφув ምች շուσωχ. ዴклեሐиβа ζሕպ ነηሞη еዘሗвсէτիሮу. Ы ոጡиጷаድա բалел ዧиዛ вринта ξа йаվ ятраኘиֆя. Σωζийαрс вኺлևዳот կυцуծεбуви ኽка оገожոπиτо маጳ кеሁасιφу рιчևбիንυ ሃαηևхре неዷωпри шα псևλևչ кሰ էктθվአ եዱοጩαц еվыռጁփոчե αвиգեհоտо екрθбаща. 0nCVP. Allah'ın ihsan ettiği nimetleri yine O'nun rızası yolunda infak etmek, Rabbimize olan şükran duygularımızı ifade etmenin en güzel yoludur. Nefsi cimrilik ve israftan kurtararak, malı Allah yolunda infak edebilmek, muhtaç olanları ikram ve ihsanlarla sevindirebilmek oldukça önemlidir. İslam, Allah yolunda harcananların bizlere geri döndüğünü ve cömert olmamız gerektiğini bizlere öğütler. Cömertlikle ilgili ayet ve hadisleri derledik. Giriş Tarihi 0918 Güncelleme Tarihi 0921 1 14 Allah yolunda her ne harcarsanız, Allah onun yerine bir başkasını verir... Sebe', 39 2 14 Hayır olarak ne harcarsanız, bu, kendiniz içindir. Zaten siz ancak Allah'ın rızasını kazanmak için harcarsınız. Hayır olarak her ne harcarsanız –hiç hakkınız yenmeden– karşılığı size tastamam ödenir. Bakara, 272 3 14 Siz hayır olarak ne verirseniz, şüphesiz Allah onu bilir. Bakara, 273 4 14 İbn Mes'ûd'dan ra rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur Ancak şu iki kişiye gıpta edilir Allah'ın kendisine mal verip de onu Hak yolunda harcamaya muvaffak kıldığı kimse ile Allah'ın kendisine ilim ve hikmet ihsan ettiği, onunla hükmedip onu öğreten kimsedir. Buhârî, Müslim 5 14 Adî b. Hâtim'den ra rivayet olunduğuna göre Resûlullah şöyle buyurmuştur Bir hurmanın yarısı ile de olsa sadaka vererek kendinizi ateşten koruyun. Buhârî, Müslim Ebedî Fecre Yıl 2014 Ay Şubat Sayı 108 İKİ BÜYÜK NİMET Ümmet-i Muhammed olarak bizler, Allâh’ın en büyük iki nimetine hiçbir bedel ödemeden nâil olduk ◆ Fahr-i Kâinât Efendimiz Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem-. ◆ Cenâb-ı Hakk’ın ezelî kelâmı, ebedî kurtuluş reçetesi Kur’ân-ı Kerim. Bu iki nimet birbirinin şerhidir. Biri Cenâb-ı Hakk’ın kelâmdaki, diğeri insân-ı kâmil zarfı içerisindeki sanatıdır. Her ikisi de; okuyan, takip eden ve muhabbetle tâbî olan mü’minlere rehberlik eder, onları belâlardan korur, rızâ-yı ilâhîye eriştirir. Bu iki muazzam ihsan; bedelsiz verilmiştir fakat, her nimet gibi onların da suâli ve hesabı vardır. Bu sebeple; Efendimiz’e ümmet ve Kur’ân’a vâris oluşumuzu, çok iyi değerlendirmemiz îcâb eder. Peygamber Efendimiz’e ümmet oluş nimetinin bedeli; اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ “Kişi, sevdiğiyle beraberdir.”Buhârî, Edeb, 96 hadîs-i şerîfinden hisse alarak; her hâlimizde O’nun rehberliğine, O’nun sünnet-i seniyyesine ittibâ edebilmemizdir. Kur’ân-ı Kerim nimeti karşısındaki vazifemizi de Rabbimiz şu âyet-i kerîmenin muhtevâsı içerisinde beyan buyurmuştur “Sonra Kitâb’ı, kullarımız arasından seçtiklerimize verdik. Onlardan insanlardan; ◆Kimi kendisine zulmeder bedbahtlık eder, ◆Kimi ortadadır aksaklık ve ihmalcilik eder, ◆Kimi de Allâh’ın izniyle hayırlarda öne geçmek için yarışır kıyâmet günü korkmayacak ve üzülmeyecek kimselerdir. İşte büyük fazîlet budur.”Fâtır, 32 ÜÇ SINIF MÎRASÇI Âyette verdik» diye tercüme edilen fiil aslen; mîrasçı kıldık» mânâsındadır. Vârisler, mîrâsa hiçbir gayret ve emek sarf etmeden erişirler. Bizim için Kur’ân da; gayret sarf etmeden, bedel ödemeden âdetâ mîrâsa konarcasına eriştiğimiz bir nimettir. Fakat her mîrasçı ondan aynı şekilde istifade edememiştir. Bu nimetten istifade husûsunda mü’minler üç sınıf olmuştur 1. Nefsine zulmedenler Kur’ân’dan istifade edemeyenler… Hayatlarını, Kur’ân hakikatleri ve fermanlarıyla tanzim etmeyenler… Kur’ân’ı; hayatlarının, eğitimlerinin, ticârî, ailevî, içtimâî hayatlarının merkezine yerleştirmeyenler… Onu, muârızları ve düşmanlarına karşı muhafaza ve müdafaa etmeyenler… Nefs-i emmâreye zebûn olarak günahlar işleyenler… Onları son nefeste de, mahşer yerinde de büyük belâlar beklemektedir. Kur’ân’sız harâbe hâline gelmiş gönüller, son nefeste îmân ile hüsn-i hâtimeye erebilecek midir? Acaba abus çehreli ve belâlı günde onların hâli nice olacaktır?!. 2. Muktesid, orta yolda gidenler… Kur’ân nimetine sahip çıkan, onu hayatına nakşetmek için gayret eden, fakat o nimete hak ettiği büyük fedâkârlık ve gayreti sarf etmekte geri kalanlardır. Hayatın med-cezirleri karşısında muvâzeneyi korumakta güçlük çeken, zaman zaman hatalara savrularak, istikameti şaşıranlardır. Bunlar da ebedî hüsrandan kurtulsalar bile, daha fazla gayret etmediklerine pişman olacaklardır. Kur’ân nimetinin hesabını vermek onlar için de kolay olmayacaktır. Hiç beklemedikleri mesûliyetler, mahşerde yakalarına yapışacaktır. 3. Hayratta öne geçenler… Kur’ân nimetini hakkıyla değerlendiren, onun muhtevâsıyla âmil olduğu gibi, hikmetiyle kâmil ve fezâilini hâmil olmuş; kalbini nurlandıran Kur’ân hakikatlerini, bir kandil gibi etrafına tevzî eden, hayrın her türlüsünde en önde olma gayreti sergileyen, aşk ve heyecan içinde hayırlara koşanlardır. İşte bunlar, en büyük kazanca erişeceklerdir. Onlar her şeyin; Allâh’ın izni»yle ve lutfuyla olduğunu da bilen, hâllerinden kendilerine pay çıkarmayan mütevâzı kullardır. Hadîs-i şeriflerde dile getirilen, hesapsız olarak cennete girecek, sırattan şimşek gibi geçecek bahtiyarlar; işte bu, hayırda yarışanlar olacaktır. Cenâb-ı Hakk’a mukarreb kılınacak yani yakınlık lutfuna eriştirilecek kullar da bunlardır. Benzeri bir tasnif Vâkıa Sûresi’nde şöyle ifadesini bulur “Ve kıyâmet günü sizler de üç sınıf olduğunuz zaman; 1. Defterleri sağdan verilenler. Ne bahtiyardır onlar! 2. Defterleri soldan verilenler. Ne perişandır onlar! 3. Bir de îman ve sâlih amelleri işlemekte yarışarak öne geçenler ise âhirette de öne geçenlerdir. İşte onlar Allâh’a yaklaştırılmış kimselerdir.”el-Vâkıa, 7-10 Cenâb-ı Hak; bizim Kur’ân ile istikametlenmemizi, Kur’ân ile hemhâl olarak yaşamamızı arzu ediyor. Bu mevzuda vasat, ortalama bir gayret değil; yarış içerisinde, koşturan, en öne geçmeye gayret edenler olmamızı istiyor. Düşüp kalkarak ilerleyen değil, dâimâ ileriye doğru koşan bir istikamet istiyor. Bunun için en güzel nümûne-i imtisal ashâb-ı kiram… Sahâbî dâimâ öncülük vasfında oldu. Öne geçmek, hayırda yarışmak, fazîletlere asla doymamak onların şiârıydı. Yaptığım fedâkârlık yeter!» demediler. Biraz da başkası yapsın!» demediler. Canlarıyla, mallarıyla, bütün güç ve enerjileriyle, ömürlerinin her ânında Allâh’ın dînine yardım etmek yarışında oldular. Böylece Allâh’ın rızâsına, hoşnutluğuna eriştiler. Hayırlarda yarışmak, ibâdetin her nevinde olur. Fakat hayır yarışının en anlamlı olduğu saha infaktır. İNFAKTA YARIŞMAK İnfak, cömertliğin; cömertlik, merhametin; merhamet de îmânın tezâhürüdür. Cömertlik ve merhametin iki düşmanı vardır İsraf ve cimrilik. İsraf; aşağılık duygusunu bastırma hareketidir. Cimrilik; korkaklık ve malına sığınmaktır. Güneş nasıl karanlık ve soğuk olamazsa; bir mü’min de asla müsrif, bencil ve cimri olamaz. Hayırda yarışan bir mü’min; dâimâ çevresine, mâtemlere, mahrumlara, yoksullara rahmet ve merhamet tevzî eden bir rahmet bulutu gibidir. Bunun için servete mâlik olması da şart değildir. Ashâb-ı kiram infak yarışına girdiğinde; başını sokacak bir evi bile olmayan suffe ashâbı, dağlardan odun, çalı-çırpı topluyor, onları satıyor, eline geçen üç-beş kuruşu infâk ederek, kalbî kıvâma göre bir dirhemin milyonları geçtiği infak yarışında yerini alıyordu. Bir gün Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; “–Bir dirhem, yüz bin dirhemi geçmiştir.” buyurmuşlardı. Ashâb-ı kiram; “–Bu nasıl olur, ey Allâh’ın Rasûlü?” diye sorduklarında, Efendimiz şu cevabı verdi “–Bir adamın iki dirhemi vardı. Bunlardan en iyisini tasadduk etti. Yani malının yarısını tasadduk etmiş oldu. Diğeri ise hayli zengin biriydi o da malının yanına varıp, malından yüz bin dirhem çıkardı ve onu tasadduk etti.”Nesâî, Zekât, 49 Hak dostlarından Ramazanoğlu Mahmud Sâmi Hazretleri de, öyle bir infak heyecanı içindeydi ki, yaptığı hayır ve infakları hiçbir zaman kâfî görmez; çalıştığı iş yerine giderken dolmuşa vereceği parayı bile infâk edebilmek için, Karaköy’den Tahtakale’ye kadar yürüyerek giderdi. Yani kendi ihtiyacından dahî fedâkârlıkta bulunarak infâkını artırmaya çalışırdı. Kur’ân-ı Kerim’de infâkın asgarî hudûdu, yani farz şekli olan zekât; 32 yerde geçmektedir. Daha geniş ve engin olan infak ise 72 yerde geçmektedir. Demek ki Cenâb-ı Hak; zekâtın asgarî hudûdunda kalmamızı, zekâtı vermekle iktifâ etmemizi arzu etmiyor. Zekât zaten müslüman zenginin fakir kardeşine olan borcudur. Zekât; kardeşinden sorumlu olan zenginin zimmetindeki, malûm, sâbit bir hak ve pay»dır. Bunu vermemek, bir hakkın gasbıdır. Zulümdür. Rahmetli pederim Musa Efendi -rahmetullâhi aleyh- de bu husûsa çok dikkat çekerek şöyle derlerdi “Maalesef günümüzdeki birçok zengin, değil hayır-hasenat yolunda fâideli olmak; hattâ üzerlerine farz olan zekâtlarını vermemek sûretiyle, bîçâre, fakirlerin haklarını pervasızca yemektedirler.” “İnce düşünülürse; ihmâlinde fakirlerin hakkı verilmediği için zekât ve öşür emirlerini yerine getirmeyenler, zâlimlerden olmuş olabilirler.” “En kötü hırsızlık; zenginlerin, zekât vermemek sûretiyle fakirlerin malını çalmasıdır.” Kaldı ki, Cenâb-ı Hak; asgarî hudutlarda kalmayı değil, ihtiyaç miktarından artanın tamamını infâk etmeyi bir fazîlet ölçüsü olarak ortaya koymuştur. Âyet-i kerîmede buyurulur İHTİYAÇ FAZLASINI… وَيَسْئَلُونَكَ مَاذَا يُنْفِقُونَ قُلِ الْعَفْوَ “…Sana iyilik yolunda ne harcayacaklarını sorarlar. İhtiyaç fazlasını infâk edin.» de…” el-Bakara, 219 Bu ölçü, bir mü’minin dünya malıyla olan alâkasının sebebini de ortaya koyar. Ehl-i dünya olanlar, dünyanın fânî câzibesine aldananlar; dünyalık yarışına girerler. Bir tefâhür / böbürlenme ve tekâsür / mal çokluğuyla övünme gayretiyle ömürlerini tüketirler. Böylesi bir tüketiş ve tükenişin ne büyük bir ahmaklık olduğunu hikmet ehli bir zât şöyle îzâh eder “Bir kul öldüğünde; malı husûsunda iki musîbetle karşılaşır ki, daha önce bunlar gibisini hiç görmemiştir Birincisi; bütün malının elinden alınmasıdır. Diğeri de; bütün malı elinden gitmesine rağmen, bunların hepsinden hesaba çekilmesidir.” Bir insan için, üstelik kendisine fayda vermeyen bir maldan dolayı hesaba çekilmek ne kadar da müşkil bir durumdur. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bu durumdakiler için şöyle buyurmuştur “Yazıklar olsun, yazıklar olsun o kimseye ki, ehl ü ıyâlini hayır servet üzere bırakır da, kendisi Rabbinin huzûruna şerle varır.”Süyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, no 9693 Yani mîrasçılarına büyük bir servet bırakır; fakat kendisi; ◆ Malı helâl yoldan kazanmadığı, ◆ Malıyla hayır işlemediği, ◆ Ve evlâtları da malını kötü yollarda kullandığı için; huzûr-i ilâhîye veballer yüklü bir hesap vermek mecburiyetiyle çıkar. Faydalı mal ise; helâlden kazanılan ve infaklarla, hayır hizmetleriyle önceden âhirete gönderilenlerdir. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur “Allah Teâlâ, sizin her biriniz ile tercümansız konuşacaktır. Kişi sağ tarafına bakacak, âhirete gönderdiklerinden başka bir şey göremeyecektir. Soluna bakacak, âhirete gönderdiklerinden başka bir şey göremeyecektir. Sonra önüne bakacak, karşısında cehennemden başka bir şey göremeyecektir. O hâlde sadece bir hurmaya bile sahip olsanız artık bir hurmanın yarısı ile de olsa, kendinizi cehennem ateşinden koruyun. Bunu da bulamayan, güzel bir söz ile kendisini korusun.”Buhârî, Zekât, 9, 10; Müslim, Zekât, 67, 97 Bu hakikatler sebebiyle; Bir mü’min için ihtiyaçtan fazla mal, ancak infâk etmek niyetiyle mânâlı olur. Samimî bir şekilde Allâh’ın dînine yardım etmek gayesine mâtuf olarak faydalı olur. Ashâb-ı kirâmın zenginleri bu hususta en güzel misaldir Onlar, servetlerini; kâfir efendilerin zulmü altında eziyet gören mü’min köleleri âzâd etmek, fakirleri doyurmak, çıplakları giydirmek, yaraları sarmak ve ilâ-yı kelimetullah yolundaki her türlü gayret için sarf ettiler. Kıtlık zamanlarında büyük ve hızlı bir servet imkânı olan kervanlarını, Allah yolunda infâk ettiler. En kıymetli yerlerdeki su kuyularını, en sevdikleri bağ ve bahçelerini vakfettiler. Onlar için varlık, Allâh’a varmak için bir vesileden ibaret idi. Çünkü hayrın kemâline ermek için de Cenâb-ı Hak, varlık ile gönül bağını koparmayı şart koşmuştu لَنْ تَنَالُوا الْبِرَّ حَتّٰى تُنْفِقُوا مِمَّا تُحِبُّونَ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ شَیْءٍ فَاِنَّ اللّٰهَ بِه۪ٖ عَلٖ۪يمٌ “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda infâk etmedikçe birr»e, hayrın kemâline eremezsiniz. Her ne infâk ederseniz, Allah onu hakkıyla bilir.” Âl-i İmrân, 92 Her fiilin bir zâhiri bir bâtını vardır. Her amel; kıymetini, niyetin samimiyetinden alır. İnfaktan, cömertlikten, fedâkârlıktan, kesilen kurbanlardan, yapılan hayırlardan Allâh’a ulaşacak olan; takvâdır, ihlâs ve samimiyettir. Amellerin makbûliyeti, samimiyetledir; ANCAK İHLÂS İLE Câhiliyyede de, İslâm ile mücadele yıllarında da; müşriklerin kabîlelerinin güç ve azametini sergilemek, böbürlenmek ve gösteriş yapmak için harcamalar yaptıkları, develer kesip dağıttıkları olurdu. Peygamber Efendimiz, bu niyetlerle kesilen develerin etinden yemeyi ashâbına yasaklamıştır. Ebû Dâvûd, Dahâyâ, 14 Bu sebeple, infâkın gizlisi daha makbuldür. Zira gizli, hattâ sağ elin verdiğini sol elin bile bilmediği bir sûrette edâ edilen infak; riyâ, gösteriş, süma gibi tehlikelerden muhafaza olmaya en uygunudur. Bunun yanında; ◆ Farz ibâdeti yerine getirdiğini îlân ederek sû-i zanları bertarâf etmek, ◆ Emsal ve akranına güzel örnek olmak, ◆ Böylece hayırda yarışmaya meftun insanların gönüllerinde bir gıpta ve imtisal heyecanı meydana getirmek gibi güzel niyetlerle; infâkı açıktan gerçekleştirmek de meşrû ve güzel görülen bir fiildir. Fakat bunda da kalbi korumak şarttır. Âyet-i kerîmede buyurulur “Allâh’ın kitabını okuyanlar, namazı kılanlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah için gizli ve açık infâk edenler, asla zarara uğramayacak bir kazanç umabilirler.”Fâtır, 29 İnfak, bir müslümanın ayrılmaz vasıflarındandır. Cenâb-ı Hak; mü’minleri tarif ve îmanlıların hasletlerini tâdat buyurduğu Bakara, Mü’minûn, Enfâl gibi sûrelerin evvellerinde infak hassâsiyetini bilhassa zikretmiştir. İnfak, îman ve namazın ayrılmaz bir kardeşidir. İhlâslı bir infâkın en mühim şartı, infâk edilecek malın helâliyetidir. HELÂL ŞART… Mal, helâlden kazanılır ve hayra sarf edilirse; bir âhiret sermâyesi olur. Helâlin dahî hesabı varken, bir de haramın ve şüphelinin azâbını düşünmek îcâb eder. Bile bile haramdan elde edilen bir maldan infâk olmaz. Böyle bir parayla infak, böyle bir parayla hac ve umre; “Lâ lebbeyk!” denilerek Allah katında reddedilir. Ancak kişinin bilgisi dâhilinde olmadan; devrin umûm-i belvâ hâline gelmiş, yani kimsenin gayret etmekle kurtulamadığı kirlerden malı temizlemekte infâkın zarureti vardır. Mü’min; âzamî bir titizlikle, kazancına haram ve şüpheli şeylerin bulaşmasından sakınmalı, bunun yanında mânen de her ihtimale karşı bol bol infaklar ile malını temizleme gayretini sarf etmelidir. Bu, malı âdetâ filtreden geçirmek gibidir. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurur “Ey tâcirler topluluğu! Şüphesiz şeytan ve günah alışverişe karışır. Vâkî olan yemin, lüzumsuz sözler vesâire için kefâret olmak üzere ticaretinizi sadaka ile karıştırınız temizleyiniz! Tüccarlar kıyâmet günü fâcirler günahkârlar olarak diriltileceklerdir. Ancak Allâh’a karşı takvâ sahibi olanlarla, iyilik, dürüstlük ve doğrulukta bulunanlar müstesnâ…”Tirmizî, Büyû, 4 Nitekim zekât» da lügatte temizlik» demektir. Ancak tekrâren hatırlatalım ki; haram bir yola tevessül edilerek kazanılan para, tamamı hayırlara verilse dahî temizlenmez. Bu veriş de makbul bir infâk olmaz. İnfak, malın meçhul geçmişini gösteren bir aynadır. Paranın kaderi, kişinin hissiyâtına dâhil olur. Bir darb-ı meselde dendiği gibi; “Para yılan gibidir, girdiği delikten çıkar.” Halkımız da; Haydan gelen huya gider.» diyerek bu hakikati ifade etmiştir. Malının ne kadar helâl ve temiz yoldan olduğunu anlayabilmek isteyenin, sarf yerini seyretmesi kâfîdir. Paranın kaderi; kişinin kaderine dâhil olur, onu yönlendirir. Herkes zanneder ki, ben parama hükmederek istediğim yere harcıyorum. Hâlbuki para; kazanılışındaki helâllik ve haramlık durumuna göre, lâyık olduğu yere gider; sahibinin iradesini de kendi gittiği yere doğru istikametlendirir. Yani hâkimiyet, çoğu zaman paradadır; sahibinde değil… Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurur “Benim ümmetim dünyaya çok değer vermeye başladığında İslâm’ın heybet ve azameti onlardan alınır. İyiliği emredip kötülükten nehyi terk ettiklerinde vahyin bereketinden yani Kur’ân-ı Kerîm’i idrâk etmekten mahrum olurlar.” Süyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, no 1610; Ali el-Müttakî, Kenzü’l-ummâl, III, 183/6070 Herkes, zekât ve infâkının ehline ulaşmasını arzu eder. Malı ehil kimselere ulaştırabilmek, onu helâl yoldan kazanmaya bağlıdır. Şu hâdise ne kadar ibretlidir ADRESİNİ BULUR… Ticaretle meşgul, zengin bir talebesi; Ebû Abbas Nihâvendî’ye geldi ve sordu “–Efendim, zekâtımı kime vermem daha uygun olur?” Ebû Abbas -kuddise sirruh-’ın cevabı kısa ve açıktı “–Gönlün kimde karar kılıyorsa ona ver!” Talebe, hocasının tâlimâtını uygulamak üzere dolaşmaya çıktı. Çok geçmemişti ki dilenen bir âmâ gördü. Gönlü ona ısındı. Zekâtı olan bir kese altını çıkarıp eline tutuşturdu. Keseyi eliyle şöyle bir yoklayan âmâ, sevinçle oradan ayrıldı. Ertesi gün aynı yerden geçerken o âmâyı başka bir âmâ ile konuşurken gördü. Talebenin işittiği sözler onu kahretti “Dün bana bir beyzâde tam bir kese altın verdi. Ben de meyhaneye gidip bir güzel demlendim…” Talebenin gönlü daraldı. Doğruca Ebû Abbas Hazretleri’nin yanına koştu. Tam olan-biteni arz edecekti ki; Ebû Abbas onun konuşmasına fırsat vermeden, sattığı külâhının karşılığı olan bir akçeyi kendisine uzatıp; “Önüne çıkan ilk kişiye bu akçeyi veriver!” dedi. Talebe, içini dökemeden verilen vazifeyi yerine getirmek için oradan ayrıldı. Karşısına ilk çıkan şahıs delikanlı biriydi. Hiç de muhtaca benzemiyordu. Fakat hocasının sözünden çıkamazdı. Akçeyi bu gence verdi. Ancak içini kemiren bir merakla o şahsı takip etti. Delikanlı, şehrin kenar semtlerinden geçerken bir harabeye girdi ve elbisesinin altında sakladığı bir şeyi çıkarıp attı. Tam oradan ayrılacaktı ki, talebe önüne geçip sordu “–Ey yiğit! Allah için gizleme de hakikati anlat! Şuraya attığın şey nedir?” Adamcağız kendisine akçeyi veren şahsı tanımıştı. Mahcup bir şekilde gözleri yerde anlatmaya başladı “–Yedi gündür, bir şey bulup da çoluk çocuğuma yediremedim. Ben ve hanımım sabrediyorduk, ama çocuklarımın artık açlığa tahammülleri kalmamıştı!.. Buna rağmen dilenip insanlardan bir şey isteyemedim. Istırap içinde kıvranırken, çürümeye yüz tutmuş ölü bir keklik buldum. Zarûret sebebiyle onu yemeleri için çocuklarıma götürecektim. İçimden de Allâh’a yalvarıyor; Yâ Rab, hâlime inâyet eyle!» diye niyâz ediyordum ki, sen gelip o akçeyi verdin. Ben de Rabbime şükrederek o yenemeyecek durumda olan kuşu mezbeleye bıraktım. Şimdi verdiğin akçeyle yiyecek bir şeyler alıp çocuklarıma götüreceğim…” Bu hâle şaşırıp kalan talebe, derhâl Ebû Abbas Hazretleri’nin yanına döndü. Hazret-i Pîr, talebesinin bir şey anlatmasını beklemeden şöyle buyurdu “–Evlâdım! Demek ki, sen kazancına şüpheli veya haram bir şeyin karışıp karışmadığına dikkat etmemişsin. Bu yüzden de dikkat ettiğin hâlde zekâtın, şaraba gitti. Zira kazanılan şeyler, nereden ve nasıl elde edilmişse, aynı şekilde elden çıkar. Nitekim senin bir kese altınına mukābil benim bir tek akçemin sâlih bir insanın eline geçmesinin hikmeti de; onun sırf el emeği ile kazanılmış olmasından, yani helâlliğindendir…” Diğer taraftan, temiz ve helâlden kazanıp, Allâh’ın rızâsını kazanmak niyetiyle infâk edilen sadakaların, zâhiren ehline ulaşmamış görünse de, ind-i ilâhîde nasıl bir makbûliyet sırrına vâsıl olduğuna, Peygamber Efendimiz’in anlattığı şu kıssa şahittir NİYET HÂLİS OLUNCA… “Vaktiyle bir adam; –Ben mutlaka bir sadaka vereceğim.» dedi. Geceleyin evinden sadakasını alıp çıktı ve onu bilmeden bir hırsızın eline tutuşturdu. Ertesi gün belde halkı; –Hayret! Bu gece bir hırsıza sadaka verilmiş!» diye konuşmaya başladı. Adam; –Allâh’ım! Sana hamdolsun. Ben bugün de bir sadaka vereceğim.» dedi. Yine sadakasını alarak evinden çıktı ve onu bu sefer de bilmeden bir fâhişenin eline tutuşturdu. Ertesi gün halk; –Olur şey değil! Bu gece bir fâhişeye sadaka verilmiş!» diye konuşmaya başladı. Adam; –Allâh’ım! Bir fâhişeye de olsa sadaka verdiğim için Sana hamd olsun. Ben mutlaka yine sadaka vereceğim.» dedi. O gece, yine sadakasını alıp evinden çıktı ve onu bu defa da bilmeden bir zenginin eline tutuşturdu. Ertesi gün halk; –Bu ne iştir! Bu gece de bir zengine sadaka verilmiş!» diye hayretle söylenmeye başladı. Adam; –Allâh’ım! Hırsıza, fâhişeye ve zengine de olsa sadaka verebildiğim için Sana hamd olsun.» dedi. Bu ihlâsı sebebiyle uykusunda o adama; –Hırsıza verdiğin sadaka, belki onu yaptığı hırsızlıktan utandırıp vazgeçirecektir. Fâhişe, belki yaptığından pişman olup iffetli bir kadın olacaktır. Zengin de belki bundan ibret alıp Allâh’ın kendisine verdiği maldan muhtaçlara dağıtacaktır.» denildi.”Buhârî, Zekât, 14 Bu kıssanın hissesi de, ne olursa olsun infaktan vazgeçmemenin zarûretini beyandır. Hayırların, mümkün mertebe; dindar, ağzı duâlı, takvâlı, gerçekten muhtaç olan fakat iffetinden dolayı kimseye el açmayan ehl-i îmânın eline geçmesi arzu edilir. Âyet-i kerîmede buyurulur “Yapacağınız hayırlar; kendilerini Allah yoluna adamış, bu sebeple yeryüzünde kazanç için dolaşamayan fakirler için olsun. Bilmeyen kimseler, iffetlerinden dolayı onları zengin zanneder. Sen onları sîmâlarından tanırsın. Çünkü onlar yüzsüzlük ederek istemezler. Yaptığınız her hayrı muhakkak Allah bilir.”el-Bakara, 273 Yardım edilecekler içinde akrabaya, komşuya ve hemşehrîye de öncelik tanınır. Lâkin mâtemlerin civarındakilerin birtakım kusurları, hayırdan vazgeçmeye asla mazeret teşkil etmez. Biz nasıl Cenâb-ı Hakk’ın rahmetine lâyık olmadığımız hâlde tâlip oluyorsak; bizim de; “Bu lâyık değil!” diyerek mahrumlara infaktan uzak olmamamız îcâb eder. İnfâkın, malın kaderini göstermesi hikmetini, büyük çapta da değerlendirmişlerdir. Bir milletin servetini sarf ettiği yere bakıldığında, o kazancın helâliyet durumunu tespit etmek mümkündür. İşte ecdâdın günümüze kadar devam etmiş vakıfları… HAYRAT MEDENİYETİ Samimî bir hayır yarışının tezâhürleri olan camiler, hamamlar, mektepler, medreseler, hankâhlar, kervansaraylar, kütüphâneler, imâretler ve çeşmeler… Susuz dilleri, aç karınları, boş dimağları, muhtaç gönülleri, mahrum kalpleri maddî ve mânevî ikramlarla doyuran sebiller… Onların hizmetlerinin devamından, niyetlerinin ihlâsını ve kazançlarının helâliyetini okumak mümkündür. Erbabı, böyle camilerde kılınan namazlardaki huşû farkını da hissetmektedir ki; bu mânevî atmosfer, mânevî açlık ve arayış içerisindeki turistleri bile çekmekte ve hayran hayran kendini seyr u temâşâ ettirmektedir. Tarihte geniş topraklara hükmetmiş firavun ve nemrutlardan, zulümlerinin, fânîliklerinin ve fânîlik karşısındaki acziyetlerinin birer nişânesi hükmündeki kasvetli mezarlıklardan başka bir şey kalmamışken; hayatlarını ilâ-yı kelimetullah, tâzim li-emrillâh, şefkat alâ-halkillâh» prensiplerine vakfetmiş sultanların, vezirlerin, cümle hayır sahiplerinin defterlerine hâlâ taptaze, canlı sevap kayıtlarının yazılmakta olması, gören gözler için ne ibretli bir tablodur. Firavunlar, daha yüksek piramitler yapmak için yarıştılar. Âd kavmi, tepesinden köleler atarak eğlendikleri kuleler dikmekte yarıştılar. Zâlim Roma hükümdarları; zayıf ve bîçâre ilk hıristiyanları, aslanlara parçalattırdıkları arenalar inşa etmekte yarıştılar. Kārunlar kendilerine dünyada hazin bir mezar toprağı, âhirette de ateşten birer damga olacak altınlar, gümüşler biriktirmekte yarıştılar. Sonra onlar ellerinde ne varsa bırakıp; yaptıkları israfların, sefâhatlerin, zulümlerin ve haksızlıkların hesabını vermek üzere mahşere yollandılar. Bu nazarla bakıldığında tarih, beşeriyete ne büyük bir ibret ve irşad âbidesidir! Üzerimizdeki güneş; bir müddet Firavunların, Hâmanların, Nemrutların, Âdların, Semûdların saraylarını, köşklerini, hazinelerini aydınlatan, sonra da harâbelerinin üzerine haşmetle doğan aynı güneştir. Peygamberler, sahâbîler, sâlih zâtlar ve ârif âlimler ise, hayırda yarıştılar. Faydalı ilimde yarıştılar. Nesli ihyâ için yarıştılar. Fedâkârlıkta yarıştılar. Hayır müesseseleri, maddî ve mânevî îmarda yarıştılar. İslâm sancağını, en ileri noktaya taşımakta yarıştılar. Gönülleri fethetmekte, kırık kalpleri sarmakta yarıştılar. Onlar; aynı yarış heyecanı içinde, hiç hız kesmeden hesap gününde de şimşekler gibi cennete vâsıl olacaklar. Hayır yarışından geri kalanların, cimrilik edenlerin, korkaklığa, bencilliğe, ahmaklığa dûçâr olanların süründüğü hengâmda; onlar yine herkesi geçecekler, uçup gidecekler. Herkes o gün anlayacak ki, onlar aslında vermediler; aldılar. Dağıtmadılar, topladılar. Kaybetmediler, kazandılar. Eksilmediler, çoğaldılar. Fakirleşmediler, zenginleştiler. Çünkü Cenâb-ı Hak yolundaki her infak, aslında Cömertler Cömerdiyle bir alışveriştir. Âyet-i kerîmede buyurulur SEVİNİN! “Allah; mü’minlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine verilecek cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler, ölürler. Bu; Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’ân’da Allah üzerine hak bir vaddir. Allah’tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır! O hâlde O’nunla yapmış olduğunuz bu alışverişinizden dolayı sevinin. İşte bu, gerçekten büyük kazançtır.”et-Tevbe, 111 Ahmed bin Ebû Verd -rahmetullâhi aleyh- buyurur ki “Üç şey vardır ki, bir velî kulda arttıkça güzel hâlleri de artar a. Makamı yükseldikçe tevâzuu artar. b. Ömrü uzadıkça hizmeti artar. c. Malı çoğaldıkça cömertliği artar.” Dünyada bir yarışma olsa; insanlar ödüllere bakarlar, mükâfâtı verecek kuruluşun şöhret ve kudretine nazar ederler. Yarışmalara iştirak; verilen mükâfâta ve yarışmayı îlân eden müessesenin gücüne göre olur. Cenâb-ı Hak soruyor “Vadini yerine getirmekte Allah’tan daha sâdık kim vardır?” Rabbimiz; Hanginiz en güzel amelde bulunacak?»el-Mülk, 2 davetiyle bir müsabaka, bir imtihan îlân etti. Kazananlara vereceği mükâfat öylesine muhteşem ki; onu ne bir göz gördü, ne bir kulak işitti, ne bir muhayyile onun hayalini kurdu. Zira; “Allah’tan daha cömert kim vardır?” O’nun dînine yardım bizim vazifemiz. Âyet-i kerîmede buyurulur “Ey îmân edenler! Eğer siz Allâh’a Allâh’ın dînine yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz.”Muhammed, 7 O’nun kulları bize zimmetli. Eğer vazifemizi ve mesûliyetimizi yerine getirirsek, O da bize karşılığını verecek. “Allah’tan daha vefâlı kim vardır?” Cenâb-ı Hak, bizleri; Habîbi’ne ümmet, Kitâbı’na vâris olmak imtihanında en muvaffak kulları olan ashâb-ı kiram ve evliyâ-yı ızâm hazerâtının hâllerinden hissedâr eylesin. Hayırda yarışan, ihlâs ile infak yolunda koşan, nefsinin ve şeytanın engellerine takılmadan hayrın kemâline, Rabbin Cemâl’ine vâsıl olanlardan eylesin. Âmîn!.. Resulullah sav bir keresinde, "Hanginiz, varisinin malını kendi malından daha çok sever?" diye sordu. Cemaat "Ey Allah'ın Resul, içimizde, herkes kendi malını varisinin malından daha çok sever" dediler. Bunun üzerine "Öyleyse şunu bilin Kişinin gerçek malı hayatında gönderdiğidir. Geriye koyduğu da varislerinin malıdır." Ravi Hz. İbnu Mes'ud Kaynak Buhari, Rikak 12, Nesai, Vesaya 1, 6, 237-238 Resulullah sav buyurdular ki "Bir dirhem, yüzbin dirhemi geçmiştir." "Bu nasıl olur, ey Allah'ın Resulü?" diye sordular. Şu cevabı verdi. "Bir adamın iki dirhemi vardı. Bunlardan daha iyisini tasadduk etti. Diğeri ise, malının yanına varıp, malından yüzbin dirhem çıkardı ve onu tasadduk etti." Ravi Hz. Ebu Hüreyre Kaynak Nesai, Zekat 49 Resulullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki "Sehâvet sahibi Allah'a yakındır, insanlara yakındır, cennete yakındır, cehennemden uzaktır. Cimri ise Allah'tan uzaktır, insanlardan uzaktır, cennetten uzaktır, cehenneme yakındır. Câhil sehâvet sahibini Allah, cimri ibadet düşkününden daha çok sever." Ravi Hz. Ebu Hüreyre Kaynak Tirmizi, Birr 40, 1962 Rabbim dilediği kimsenin nasibini bollastirir, dilediğinin nasibini de kısar. Siz hayır yolunda her ne harcarsanız Allah onun yerini doldurur. O rızık verenlerin en hayırlısıdır. Sebe' süresi 39. Gerçekten Allah'ın Kitabını okuyanlar, namazı dosdoğru kılanlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak edenler; kesin olarak zarara uğramayacak bir ticareti umabilirler. FATIR/29 Ey iman edenler, hiçbir alışverişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin olmadığı gün gelmeden evvel, size rızık olarak verdiklerimizden infak edin. Bakara Suresi, 254 Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, bir tanenin durumu gibidir ki, yedi başak bitirmiş ve her başakta yüz tane var. Allah, dilediğine daha da katlar. Allah'ın rahmeti geniştir. O, her şeyi bilir. Bakara-261 Örttüğü zaman geceye, Açıldığı zaman gündüze, Erkeği ve dişiyi yaratana and olsun ki, Bundan böyle her kim malını Allah yolunda hayır için verir ve günahlardan korunursa, Ve en güzel olanı lailahe illlallahı doğrularsa, Biz onu en kolay yola cennete muvaffak kılacağız. Kim de cimrilik eder ve kendini hiçbir şeye ihtiyacı kalmamış görür. Ve en güzeli de yalanlarsa, Onu da en zor yola hazırlarız. Çukura yuvarlandığı zaman malı onu kurtaramayacak. O ki, Allah yolunda malını verir, temizlenir. Onun yanında, başka bir kimse için karşılığı verilecek hiçbir nimet yoktur. O ancak yüce Rabbinin rızasını aramak için verir. Hz. Peygamber sav, sahibi bulunduğu maldan en fazla infak eden insandı. O’ndan herhangi birşey istenirse az veya çok mutlaka birşey verirdi. Verdiğinden dolayı duyduğu sevinç ve neşe, alan kişinin sevincinden daha fazlaydı. "Cimrilik etme ki Allah da sana olan nimetlerinden esirgemesin. Malının fazlasını saklama ki Allah da fazla olan keremini senden menetmesin." Müslim Resulullah sav yarın için hiçbir şey biriktirmezdi. Tirmizi Resulullah sav bir hadis-i kudside, Allah Teala hazretlerinin şöyle söylediğini haber verdi "Sen infak et, ben de sana infak edeyim." Efendimiz devamla dedi ki "Allah'ın eli yedullah doludur. Gece ve gündüz boyu yapılan arkası kesilmez infaklar onu azaltmaz. Arz ve semavatın yaratılaşından beri Allah'ın infak ettiklerini düşünün! Bunlar, O'nun elindekinden hiçbir şey eksiltmemiştir. O'nun Arş'ı suyun üzerindeydi. Elinde mizan da var, alçaltır, yükseltir." Ravi Hz. Ebu Hüreyre Kaynak Buhari, Tevhid 22,35, Tefsir, Hud 2, Nafakat 1, Müslim, Zekat 37, 993, Tirmizi, Tefsir, 3048 Resulullah sav bize ikindi namazı kıldırmış idi. Selam verince acele ile cemaati yarıp evine girdi. Halk onun bu telaşesinde hayrete düşmüştü. Ancak geri dönmesi gecikmedi. Gelince, halkın merakını yüzlerinden anlayan Hz. Peygamber şu açıklamayı yaptı "Yanımda kalan birkısım altın vardı namazda onu hatırladım. Beni alıkoyacağından korktum ve hemen gidip dağıttım." Ravi Hz. Ukbe İbnu'l-Haris Kaynak Buhari, Ezan 155, Amel fi's-Salat 18, Zekat 20, İsti'zan 36, Nesai, 104 3, 84 Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor "Resulullah ASM buyurdular ki "Sadaka vermede acele edin. Çünkü belâ sadakanın önüne geçemez.'' "Mal sadaka ile eksilmez.'' Müslim Sadakayı vermekte israf olmaması.. Fakir olmak korkusuyla sadakanın terkedilmemesi.. Minnetin olmamasına.. Çünkü veren Allah'tır, kul ise bir vasıtadır. ASIL SAHİB-İ İNFAK CENAB-I ZAT-I MUTLAK’TIR Allahccın 99 esmasına bakıldığı zaman hepsinin içerisinde mevcut olan bir özelliktir vermek. El Halık yaratan, yoktan var eden sıfatıyla bütün yaratılmışları yokluk aleminden çıkarıp varlık vermiştir. Er Rezzak sıfatıyla rızıklarını vermiş, El Kerim sıfatıyla keremini yarattıklarının üzerinden eksik etmemiş, El Berr sıfatıyla iyilik ve ihsanı artırarak vermiş, El Muni sıfatıyla yarattıklarının maddi manevi ihtiyaçlarını giderip zenginlik vermiştir. Allah-u Teala’nın daha nice sıfatları Occ’nun bu kainatta asıl veren, ikram eden, bağışlayan, nimetiyle nimetlendiren olduğunun delilidir. Kur’an-ı Kerim’de birbiriyle son derece ilgili ve yakın anlamlarda kullanılan üç kavram rahmet, rızık ve nimettir. Cenab-ı Allahcc rahim bir Rabb’dır, yani bütünüyle rahmet sahibidir. Rahmet, acıma, şefkat, rikkat sahibi olup, bütün bunlar da rahmet olunana ihsanı ve inam’ı gerektirir. Bir olan Rabb Teala isimlerinin cilvegahı olan kainatta alem-i emr veya gaybta mücerred ruhlar şeklinde, alem-i şehadette ise madde ile cisim giydirdiği ruh ve cisimden mürekkep yarattığı kullarının hayatı için gerekli her şeyi kendi üzerine almıştır. Bütün yarattıklarına karşı bir acıma, şefkat ve rikkat sahibidir. Occ bu bakımdan onlara sürekli ihsanda bulunur; işte bu rahmettir. “Kendi üzerine rahmeti yazdı. “ Enam 12 Rabbül Alemin bütün kainatı tepeden tırnağa verme ve yardımlaşma döngüsü üzerine yaratmıştır. Bu döngü içinde her varlık vererek döngünün devamını sağlar. Bu bakımdan hepsi birbirine muhtaçtır. Toprak, bitki, insan hepsi birbiriyle bir alışveriş halindedir. Bu varlıkların içerisinde akıl ve nefs vererek imtihan ettiği tek varlık insandır. Ekosistemdeki bu görevin dinimizdeki adı nedir? Kur’an-ı Hakim’de yer alan “teavün” kelimesi yardımlaşma manasına gelir. Bundan daha çok elli kadar ayette infak kavramı kullanılır. İnfak; gerekli ve gerçek ihtiyaçları karşılayacak yardımı, muhtaç olana ulaştırmak demektir. Bu yardım, imkan sahibinin yoksula bir lütfu değildir. Kur’an’a göre Allah-u Teala’nın fakirler için belirlediği bir haktır. “Onların mallarında yardım isteyenler ve ihtiyaçlarını dile getirmekten çekinenler için belirli bir hak vardır. “Meariç 24 daha sonra gelen bir ayette ise “ O muttakiler, gayba iman eder, namazlarını gereği gibi kılar ve kendilerine ihsan ettiğimiz nimetlerden infak ederler. Bakara3 İnfak konusunda en güzel örnek Ashab-ı Kiram ra Efendilerimizdir. Onlar Allah’a ve Resülüne o kadar inanmışlardı ki, hiç tereddüt etmeden mallarını ve canlarını feda etmekten çekinmediler. Hz Ömerraanlatıyor Bir gün Resul-i Ekrem bize, askeri donatmak için, sadaka getirin diye emir ettiler. Benim malımın çok olduğu bir zaman idi. Gönlümden geçti ki, her zaman kardeşim Ebu Bekir sadaka hususunda hepimizden fazla sadaka veriyor. Ama bu defa ben ondan fazla vereyim diye, malımın yarısını götürdüm. Resülullahsav buyurdular ki“Ya Ömer ehl-i beytine ev halkına ne alıkoydun.” Dedim ki Ya Resulallah, yarısını bıraktım. Bu sırada Ebu Bekir bütün malını getirip koydu. Hazreti fahri kainat buyurdu ki“Ya Eba Bekir, ehl-i beytine ne alıkoydun?” Hz. Ebu Bekir,Ya Resülallah! Ehlime Allah’ü Teala’yı ve Resülünü alıkoydum, buyurmuştur. “Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, her başağında yüz tanesi olan ve yedi başak bitiren bir tohuma benzer. Allah dilediğine fazlasıyla verir. Allah’ın lütfü geniştir ve O her şeyi bilendir.” Bakara 2 İNFAKIN ÇEŞİTLERİ NELERDİR? Maddi İnfak Para ve maldan Allahcc için yapılan yardım. Malla yapılan infakı üçe ayırmak gerekir a- Zekât Belli bir mâlî gücü olan müslümanın kazanç ve malından vereceği yüzde iki buçuk tutarında zorunlu bir mâlî ibadettir. Verilmediği takdirde kazancın ve malın tamamı pis ve haram olur. b- Sadaka Miktarı bizce tayin olunan sınırlı bir yardımdır. Bayramlarda fıtır sadakası, ya da adak sadakaları ile yemin ve oruç karşılığı sadakalar da aynı gruptan maddî yardımlardır. c- Îtâ Ciddi ölçüde büyük mâlî yardım biçimidir. Yetim bir kızı evlendirmek, fakir bir delikanlıya sermaye vermek, darda kalan bir insanın borcunu karşılamak gibi. Vakıflar, hayır yatırımları, kamu yararına yapılan bilinçli bağışlar da îtâya girer. Farz olan îtâ ibadetinde sınır, bu infakı yapanın zevkine ve gücüne kalmıştır. Hatta îtâ yapanın, belli bir seviyede zengin olması bile gerekmez. Manevi İnfak İlimden Yapılan İnfak Manevi Zekatİnsanlara faydalı olacak bilgilere sahip olanlar; bilgilerini, mutlaka başkalarına belli sürelerde, belli miktar aktararak infak etme zorundadırlar. Nurşin Meşayihinden Seyyid Alameddin Nurşin-i ks ilimden yapılan infakın manevi zekat olduğunu belirterek çevremizde bulunan insanlara islami bilgilerimizi aktarmazsak, yarın kıyamet gününde bu insanlar manevi zekat hakkını ilahi huzurda bizden isteyeceklerdir. Buyurmuşlardır. Bir gün Hz. Peygambersav evinden çıkıp mescide geldi. Mescide girdiği zaman toplanmış iki grup gördü. Bu gruplardan biri dua ve zikir ile meşgul oluyordu. Öbürü ilimden bahsediyor ve birbirlerine ilim öğretmeye çalışıyordu. Bunun üzerine Hz. Peygambersas zikir halinde olanları işaret ederek şöyle buyurdu “ Bunlar Allahcc’tan isterler. Allah-u Teala dilerse onlara verir dilemezse vermez. Sonra ilim üzerine konuşanları işaret ederek şöyle buyurdu Bunlar ise halkı eğitip ilim öğretmeye çalışıyorlar. Bende sizlere bir muallim olarak gönderildim. “ daha sonra Hz. Peygambersas ilim öğretenlerin meclisine giderek onların aralarına oturdu. İnsanlara zaman ayırmak Mesela, garip bir komşumuza bir akşam çayı ikram etmek, dertli bir dostunu teselli etmek bile bu infak çeşidine girer. “Gönül alma” diye tanımlanan bu infak, günahları mum gibi eritir. Hastalara yardımda bulunmak ve ziyaret etmek Sağlıklı bir kimsenin hastalara yaptığı hizmet, sağlıktan yapılan infaktır. Özellikle çağımızda sağlık infakında, para infakı da beraber yürür. İmkânı olanlar, hastaların tedavileri için maddî yardımda bulunarak kendi sağlık infaklarını yapmalıdır. Fakir kimseler de, hasta ziyaretleri ile, onları teselli ederek aynı infakı yapmalıdır. Güçlülerin güçsüzlere yardımı Güçlü bir insanın güçsüz, yaşlı kimselere yapacağı her türlü yardım; gençlikten yaptığımız infaktır. Bu tür infakın bir önemli yanı, kolayca kazanılan dualardır. Unutmamak lazımdır ki, infakı kurumuş toplum tarlalarında hiçbir meyve yetişmez. Güler yüzlü olmak Peygamberimizin ilk emirlerinden olan “Hiç olmazsa güler yüzünüzle infak edin” emri, toplum mutluluğu açısından akıl almaz güzelliklerin kaynağıdır. Aynı zamanda bu alışkanlık ilahî kadere karşı saygıyı yaygınlaştırır. Her şartta güler yüze alışan Müslümanlar, bir anlamda Allah’a karşı rızayı gelenek haline getirir. Peygamberimiz, bu güler yüz emrini verdikten sonra bütün ashab güler yüzü âdet haline getirdiler. Müslümanlığın o çetin günlerinde; bütün zulme ve eziyete rağmen o yüce kişiler hep güler yüzlü idiler. Onların yüzlerini görenler sanki cennetten henüz geldi sanırlardı. İlahi Aşkta infak Kaşki sevdiğimi sevse kamu halk-ı cihan Sözümüz cümle heman kıssa-i canan olsa “ Keşke bütün cihan halkı benim sevdiğimi sevse de sevgiliden başka konuşulacak bir konu kalmasa, her söz sevgilinin bir başka halini, bir farklı tavrını anlatsa…”Demiş şairimiz Sevgili Allahcc peygambersav ve mürşidi kamilks olunca herkesin aynı sevgiliyi sevmesinde hiçbir mahzur yoktur. Bu hal aşkın zirve noktasıdır ki aşığın kemaline delalet eder. Çünkü orada rakiplik ortadan kalkar varlık tek vücud olur, benlik düşüncesi tükenir ve “bir”in iyiliği herkesin ve her şeyin iyiliği olarak düşünülür. Vahdaniyet işte budur. NİÇİN İNFAK EDEMİYORUZ? Yukarıda da belirttiğimiz gibi kâinatın verme döngüsü içinde farkındalığı olan tek varlık insandır. Bunun sebebi ise yine Allahcc’ın ona bahşetmiş olduğu akıl nimetidir. Bununla beraber bir imtihan sebebi olan nefis sadece insanda vardır. Bu sebeple kendisine verilen nimetlerin asıl sahibini unutup nimetleri sahiplenmiştir. Bunun sebebi ise dünya sevgisidir. Dünya sevgisinin bütün hataların başı olduğu hadis-i şerifle sabittir. Bu halin en can alıcı örneği Nemrut’tur. Nemrut, Allahcc’ın ona bahşettiği nimetleri sahiplenip nimeti vereni görmemiş. nefsinin doğal temayüllerine uyup nimetlerin kendisinden olduğunu vehmedip ilahlık iddiasında bulunmuştur. O halde müminler, bilirler ki, sahip bulundukları şeylerin yaratıcısı kendileri değildir. Bunlar rızık olarak Allah tarafından kendilerine bahşedilen bir ikramdan ibarettir. İşte bu itiraf ve şuur neticesinde mü’minler, fakir ve zayıf kimselere karşı iyilik ve ikram kapılarını açarlar. Bu kapıların açılması, kulların birbirine karşı kardeşlik duygusunu, insanlık şuurunu ve meydana getirir. NASIL İNFAK EDEBİLİRİZ? Yolumuzun temeli olan muhabbet, infak hususunda da en önemli yerini almaktadır. İnsan severse verir. Sevgi olmazsa vermek zorunda kalır. Sevilmeden yapılan her şey gibi infakta da istemeyerek vermek bir anlam ifade etmez. Kişi kendisi için en değerli olanı vermesi gerekir. Yaratılış olarak ta en değerli şeyimiz kendi varlığımızdır. Canımız, nefsimizdir en değerli şeyimiz. Bu hususun beyanına Hayatü’s Sahabeden şu örnek ne kadar isabetlidir. Bir gün Peygambersav Hz Ömerrae ’’Beni ne kadar seversin ya Ömer? Diye sorar. Hz Ömer ’’Seni canım hariç eşimden, çocuklarımdan, malımdan çok severim ya Resulallah.’’Diye cevap verir. Efendimiz, muhatabını daha üst bir seviyeye taşımak için ’Ya Ömer, beni canından çok sevmedikçe kâmil bir imana sahip olamazsın. ’diyerek, kişi için en çok nefsinin değerli olduğunu ve onu da Allahccyolunda infak etmedikçe kamil bir mümin olamayacağını belgeler. Bir müddet sonra Hz Ömer bu hususta gayret sarf ederek, Hz Resul’ün huzuruna gelir ’Seni ben canımdan da çok seviyorum ya Resulallah.’’der Peygambersavde O’na müjdeyi verir ’Şimdi hakiki bir imana sahip oldun ya Ömer.’’

allah yolunda infak ile ilgili kıssalar